18 Aralık 2010 Cumartesi

Life as We Know It (Başımıza Gelenler)

İkinci yönetmenlik deneyimini de romantik komedide deneyen Greg Berlanti'nin son filmi. Başrollerde Josh Duhamel ve Katherine Heigl var. Biraz farklı bir başlangıç yakalasa da, klasik amerikan romantik komedi filmlerinden pek farkı olmayan "Evde DVD keyfi" tadında bir film olmuş.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Tüm zamanlarımın en iyi filmleri

İzlemekten sıkılmadığım ve sıkılmayacağım filmler listesidir. Görüntü, senaryo veya oyunculuktan ziyade; "bir film izledim hayatım değişti" türünden, doğru yerde doğru zamanda izlediğimde üzerimde normalden fazla etki bırakan filmlerdir.
  • Groundhog Day
  • Good Will Hunting
  • Dead Poets Society
  • The Truman Show
  • Jeux d'Enfants
  • Le Fabouleux Destin d'Amélie Poulain
  • Juno
  • Into The Wild
  • Rushmore
  • Alive
  • The Time Traveler's Wife
  • Great Expectations

12 Aralık 2010 Pazar

The Tourist (Turist)

Turist, Angelina Jolie ve Johnny Depp'in romantik komedi filmi. Yönetmeni, daha önce bilinen bir uluslararası gişe başarısı, daha doğrusu filmi olmayan Florian Henckel von Donnersmarck. Film Paris'te başlayıp çok zaman kaybetmeden Venedik'e geçiyor. Venedik'teki aksiyon sahneleri stüdyo olduğunu belli etmeyecek kadar başarılı.

Aşk, komedi, casusluk hepsinin de hakkı verilmiş. Oyunculuklar da fazla söze gerek bırakmıyor. IMDb puanı düşük bile olsa, klasik romantik komedi sonlarından burun farkıyla ayrılan senaryosuyla izlenmeye değer.

11 Aralık 2010 Cumartesi

The Town (Hırsızlar Şehri)

Film, Amerikalı yazar Chuck Hogan'ın "Prince of Thieves" (Hırsızlar Prensi) adlı ödüllü romanından Ben Affleck ve ekibi tarafından sinemaya uyarlanmış ve yine Ben Affleck tarafından çekilmiş. Ben Affleck'in ilk filmi Gone Baby Gone'a göre aksiyon dozu ve senaryo açısından baya yol kat edilmiş gibi duruyor; tabi çatışma sahnelerinde "o an" gelmedikçe kimsenin vurulmaması hariç.

Kadro kabarık; Vicky Cristina Barcelona'da keşfettiğim Rebecca Hall, pek izlemediğim Mad Men'den Jon Hamm, SWAT'tan yine ekibin yaramaz çocuğu rolüyle Jeremy Renner ve Gossip Girl'den Blake Lively beraber Voltron'ı oluştursalar da filmde gayet iyi durmuşlardı.

Ayrıca sevdiğim oyuncular Chris Cooper ve Pete Postlethwaite de ufak rolleriyle göz doldurdular.

Sonuç itibariyle, bir romandan uyarlandığı çok belli zeka dolu hırsızlık planları, sürükleyici aksiyon sahneleriyle izlenesi bir film olmuş

9 Aralık 2010 Perşembe

"Yaşadığım müddetçe şişman doktora beddua edeceğim"

İşte günümüz tıbbında gelinen son nokta...
Doktor, hatta cerrah; yarı tanrı falan derler, hani nerde? hangi gezegende?
Tam 4 yıl 2 ay önce doktorluğa başladığımdan beri 60 gün iznim ve nöbetsiz hafta sonlarım dışında sürekli hastanedeyim. Haftada ortalama ≥90 saat çalışıyorum. Çalışma sistemimiz "hasta bazlı" işliyor. Yani uzmanlık eğitimi alan bir araştırma görevlisi olmama rağmen "hastalar" eğitimimden önce geliyor. Hatta hastalar gidiyor, eğitimim arkasından yetişemiyor. Ancak sadece mesleklerinin zirvesinde olanların da bu yollardan geçmiş olması kimi zaman teselli olmama yetiyor.

"Hastalar" ve "hasta yakınları"nın, klinisyen bir doktor için "hastalıklar"dan daha karmaşık bir yapı olduğunu söylemeliyim. Her doktorun, hasta yakınlarıyla yaşanmış komik, trajik veya dramatik bir anısı olduğuna ve onları askerlik anısı gibi orada burada anlatıklarına eminim. Ama günümüz ekonomik ve siyasi şartlarında tıp, halk tarafından, doktorlar için bir ekmek kapısı olarak görüldüğünden (gösterildiğinden) artık kimsenin gözünde beş para etmiyor. Peki suçlusu kim? Hiç uzatmayacağım; bunun suçlusu ülkenin yamuk işleyen sağlık sistemi ve uygulanmayan mevcut basamaklandırılmış sağlık sisteminin değerini bilmeyen "eğitimsiz" halkımız.

Öncelikle sağlık hizmeti asla ücretli olmamalı, doktorlar maddi açıdan mağdur edilmemeli, bıçak parası da denen gayrı resmi yollarla hastalardan alınan para denetlenmeli. Böylelikle yoksul hastalar ameliyat olabilmek için köylerindeki tarlalarını ineklerini satmayıp mağdur olmamalı, varsıl hastalar da verdikleri paralarla doktor üzerinde baskı oluşturmamalı ve sağlığı bir pazarlık nesnesi haline getirmemelidir. Yani doktor hastayı, ona para verdiği için değil; devleti ona o hastayı bile tedavi etmesi için "yeterli" para verdiği için tedavi etmeli; bu sebeple hesabını da hastaya değil sisteme veya amirine vermelidir.

Ama tabi ki dünyayı yöneten şey ekonomik dengeler olduğundan ve Türkiye de bundan nasibi aldığından asla hiç bir şeyin iyi yönde düzeleceğine inanmıyorum. Ama, haftada 40 saatlik çalışmam ve eğitimim için maaş alıyorken, 90 saat çalışarak; eğitimimi, ailemi, sosyal hayatımı ikinci plana iterek; hayatımda bir daha görmeyeceğim insanlara adeta hizmet ederken, az da olsa beklenen bir komplikasyona bağlı bir hasta hayatını kaybettiğinde, konuyla iligili, yan odalardaki hasta yakınlarından duyduklarından fazla bilgisi olmamasına rağmen bir hasta yakını benim arkamdan şu cümleyi söylüyorsa ben bu ülkede doktorluk yapmak istemiyorum:

"Yaşadığım müddetçe şişman doktora beddua edeceğim!"

8 Aralık 2010 Çarşamba

Dindar olmayan, veya inanç sistemi, deger yargıları farklı olan biri için Hipokrat yemini ne anlam taşır?

Hipokrat yemini için ilahi inanç gerekmiyor. Tıp daha ziyade materyalist bir bilim zaten, her ne kadar çözülememiş çoğu şey ilahi adalete emanet edilse de...